YAŞADIĞIM KALP KRİZİ VE SONRASINDA BANA DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

20 Ekim 2022 Perşembe günü öğlen saatlerinde sol göğüs, sırt, omuz, sonrasında kolumda başlayan ve periyodik olarak artan bir ağrı nedeniyle evde yerde kaldım ve kalkamadım. Bu sırada 112 acili aradım. 15-20 dk boyunca yerde nefes alıp verdim ve kalbimle ilgili bir sorun olduğunu anladım. Acil servisin gelmesi, sonrasında ambulansla hastaneye gitmem ve öncesindeki sıkışmayı düşündüğümde 1-2 saat arası bu şekilde neredeyse hareket edemeyecek şekilde yatarak geçti. Sonrasında hastanede rahatladım. Yoğun kan sulandırıcı sonrasında Anjiyo yapıldığında kalbi besleyen left anterior descending veya kısaca LAD atar damarımda %30’luk bir daralma olduğu, muhtemelen buraya pıhtı attığı ve kriz geçirdiğim söylendi. İkinci anjiyoda bu damara stent takma kararı aldılar çünkü genç yaşta bu kadar darlık bile risk içeriyormuş. Şu an iyiyim hamdolsun ve inşallah bir kaç ay içerisinde normale dönmüş olmam bekleniyor.

Olayın tıbbi boyutu bu şekilde özetlense de, aslında benim değinmek istediğim nokta, ölümle ilk defa bu nevi ciddi boyutta karşılaşmam ve beklentimdi. Kendi tecrübelerimi aktarmak gerekirse, ölümü beklediğim anda sürekli kelime-i şehadet ve tevbe istiğfar getirmeye çalıştım. Yine aklımdan ömrüm boyunca işlediğim günahlarım, yapmam gerekip de yapmayıp yapmamam gerekip de yaptığım eylemler geçti. Yüce yaratıcıma kavuşmaya, onun merhametine sığınmaya hazırdım. Sonuçta bizi güzelliğe yaptığımız ameller değil, yüce yaratıcının merhameti ulaştıracaktır. Sadece ve sadece yüce yaratıcının huzurunda acziyetimizin ve kulluğumuzun farkında olmak, asla ve asla kibirlenmemek, değil yüce Allah’a karşı, kullarına karşı hatta konuşamayan dilsiz hayvanata karşı bile büyüklük taslayarak değil, merhamet ve kulluk bilinciyle yaklaşmanın en sade ve özet olarak kulluk olduğu düşüncesi bir kez daha aklımda daha da oturdu.

Aslında ben, bu olaydan önce de ölümü göğüslemeye hazır olmaya çalışıyordum. Malesef materyalist bir milli tedrisat programından geçen ülkemiz de dahil dünyanın büyük bölümü için ölüm ve ölüm sonrası, pozitif bilimleri ilgilendirmeyen bir konu olduğundan hakkında konuşulmaz, tartışılmaz. Ne akademik hayat içerisinde ne de günlük hayat içerisinde de dillendirilmesi genellikle istenilmeyen bir olgudur. Hal böyle olunca ortalama bir insanın günlük hayat koşuşturmacası içerisinde ölümü ve ötesini düşünmesi, tefekkür etmesi için gerekli zaman, enerji, ortam ve şartlar da oluşmamaktadır. Oysa ki bu ortalama insan ölümün kaçınılmaz olduğunu kesinkes bilmesine rağmen onu ertelemek, ondan kaçmak için didinip durur. Şu da bir gerçektir ki ölümü istemek arzulamak aslında doğal ve içgüdüsel bir durum tabi ki değildir. İnsanoğlu yaratılış gereği ingilizce “survival instinct” olarak adlandırılan, hayatını ve neslini devam ettirme içgüdüsündedir. Bu içgüdüyü inkar edecek değilim. Ama aynı zamanda, ölüm gerçeğinin ve kaçınılmazlığının ortalama insan tarafından inkarını da normal karşılayacak da değilim. Ölüm, ölenin yakınları için avcı toplayıcı toplumda da, ortaçağ insanında da zor olduğu gibi günümüzde de tabi olarak zor ve karşılaması yıpratıcı bir gerçekliktir. Fakat özellikle örnek verilmek gerekirse dogmatik ortaçağ insanı ölümü daha olgunlukla karşılamakta, yaş ortalamasının düşüklüğünü ve ölüm oranlarının yüksekliğini de göz önüne aldığımızda ölüm sürekli var olan ve unutulması da mümkün olmayan bir hakikat olarak dönemin insanının gündeminden düşmemektedir. Günümüzde gelişmişlik seviyesi yüksek olan ülkelerde ise ölüm istatistiki olarak da ileri yaşlılarla özdeşleşen bir olgu olmuş, genç veya orta yaş insanoğlu için ölüm ve ötesi hep ertelenen bir durum olarak kenarda bir yerde umursanmamaktadır. Bundan sonraki ömrümde yüce yaratıcıya olan bağlılığımda ölüm hakikatine bu kadar yaklaşmış olmanın bana hayır getireceğini ümit ediyorum. Dünyaya zaten kendimce fazla değer vermemeye çalışırken bu olaydan sonra herhalde dünya ile aram biraz daha açılacaktır. Hatta espri mahiyetinde “bundan sonra ölüm benden korksun” cümlesi de hoşuma gitmiştir. Zaten kimseye eyvallahım olmadan yaşamaya çalışıyordum, bu saatten sonra vurdumduymazlık seviyemin ne yönde değişeceğini tahmin etmek de zor olmasa gerek. İnşallah, ölüm üzerine okumalarımı arttırmayı planlamaktayım. Bu mahiyette de ilk kitap siparişimi de verdim ve gerisi de devam edecek inşallah. İnsanlarla olan diyaloğumda ölüm ve ötesini vurgulama oranımın artacağı da kesin. Bu olayı yaşamış olmam da tabi konuyu buraya getirmeme doğal bir katalizör oldu. Gerçekten de, ortalama insana şu soruyu soruyorum: Ölüm hakkında ne düşünüyorsun?

3 thoughts to “YAŞADIĞIM KALP KRİZİ VE SONRASINDA BANA DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ”

  1. Ölüm üzerine fazla düşünme, bu seni sadece depresyona sokar ve iş yapamaz hale getirir. Zamanı gelince nasılsa herkes ölecek, yaşarken ölümü düşünmeye gerek yok. Ölümü düşündüren şey ölüm korkusudur ve aslında düşündüğün şey ölümün kendisi değil, ölüm korkusuyla nasıl baş edeceğindir. Bu korkuyla baş etmenin en iyi yolu, onu düşünmemektir. Bunu yapabilmek için hep yeni şeyler öğren, kafanı meşgul et, anı yaşa yarını düşün, bu seni hayattan zevk alanlardan yapar. Hiç ölmeyecekmiş gibi çalışırsan, ölümü düşünmeye vaktin olmaz, ölüm aklına gelmez. İnançlı biri olsan da materyalizm bu konuda işe yarar. Ölüm hakkında illa bir şey söylemek gerekirse en doğru söz şu olmalı: “Ölünce öldüğünü bilmeyeceksin, tıpkı doğarken doğduğunu bilmediğin gibi”.

    Bir yaratıcı arıyorsan, doğa üstü bir şey arama. Çünkü Tanrı bilinmek istiyorsa ki istiyor, bilebileceğimiz gibi tezahür edecektir. Bir yaratıcı arıyorsan o evrenin kendisidir, var edip yok eder, kimse onu var etmemiştir, kimse de onu yok edemez. İnançlı birisin, Esmaül Hüsna’yı bir de bu bakış açısıyla gözden geçir. Orada tarif edilen aslında evrenin ta kendisidir ve o liste bir isim listesi değil, yaratıcıyı tarif eden bir sıfat listesidir. Aksiyomlar yoluyla tanım yapar gibi tanımladığı şeye uyan yegane tezahür, evrenin ta kendisidir. Evrendir bilinen ve bilinmeyen alemlerin barınağı. Evrendir ucu bucağı tahayyül edilemeyen.

    Geçmiş olsun

    Not: İnsanlarla inançları konusunda tartışmıyorum, ama durumunla empati yaptığım için sana yazdım, onun için adımı ve soyadımı ve e-posta adresimi paylaşmayacağım, sen de zorunlu kılmazsan daha doğru yaparsın. Önemli olan bir insanın seninle paylaştığı fikirler olmalı, kimliği değil.

    1. Allah’u Tealâ Hazretleri Zümer Sûresi 32. ayette şöyle buyuruyor :

      “Allah’a karşı yalan söyleyen ve doğru kendisine geldiği zaman onu yalan sayandan daha zalim (daha haksız) kim olabilir? Kâfirlerin yeri cehennemde değil midir?”

  2. Selamün Aleyküm,

    Allah’û Teâla Hazretleri Zümer Suresi 31 – 32. ayetlerde şöyle buyuruyor :

    “Sen elbette öleceksin, onlar da elbette öleceklerdir.”

    “Sonra siz muhakkak kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda birbirinizden davacı olacaksınız.”

    Araf Suresi 34. ayette ise şöyle buyuruluyor :

    “Her ümmetin bir eceli vardır. O ecel geldiğinde, ne bir ân erteleyebilirler, ne de öne alabilirler.”

    Bazı çevirilerde bir ân yerine bir saat kullanılmış.

    Allah’û Teâla Hazretleri ölümün zorluğundan ve kabir azabından muhafaza buyursun.

    Farzları yerine getirip, 5 vakit namaza cemaate katılmak lazım.

    Çalışmalarınızda başarılar.

    Erdem

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir