Yüce yaratıcı kitabında şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.” (Maide/54)
İnsan sadece şu an yaşadığı zamana ve bulunduğu mekana odaklandığında, geçmişte yaşanılanları düşünmediğinde etrafında olup bitenler, gördükleri, duydukları ve zihninde oluşan imgelerle bir düşünce dünyası kuruyor. Bir insan İslam dinine teslim olduğunda, o kişi aslında klasik olacak ama meşhur İslam’ın 5 şartı, imanın 6 şartı gibi temel kaidelere inanmak zorunda oluyor. Yani din, insana arada kalma hakkı tanımıyor. Eğer Hz. Muhammed’in (SAV) peygamber olduğuna inanıyorsan, yüce yaratıcının onun aracılığıyla insanlığa mesaj gönderdiğini ve bu mesajın en büyük ve kutsal yansımasının da ilahi kitap olduğunu, ayrıca bu kitabın da Peygamber nasıl aktardıysa o şekilde günümüze geldiğine inanmak gerekiyor.
Bu inanma kısmına kadar insan araştırabilir, sorgulayabilir, farklı şekilde düşünebilir ve aklen veya kalben kendini ikna edebilir. Fakat sonrasında dinde doğmalar vardır. Doğma lafı günümüzde “doğmatik düşünce” diye aşağılanma gibi algılansa da dinin doğasında doğma olmak zorunda. Yani Hz. Muhammed’e melek Cebrail’in vahiy getirdiğine biz 1400 küsür sonra inanmak zorundayız. Kutsal kitapta yazılan ayetlere inanmak zorundayız. Kitabın en uzun suresi olan Bakara suresinin başında bu konu çok yerde olduğu gibi işlenir:
“Elif, lam, mim. O kitap (Kur’an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.” (Bakara/1-3)
Yani kitap, ancak gayba inananlar için bir yok gösterici, hidayet rehberi olmaktadır. Bu durumda kitabın bize, kalplerimize tesirinin olabilmesi için gayba inanmamız gerekmektedir. Gayb, bilinmeyen manasındadır, 5 duyu ile idrak edilemeyen de denir. Bu ayetler indiğinde ve muhatapları dinlediğinde Hz. Peygamber oradaydı ve onu görüyorlar ve dinliyorlardı. Oysa 21. yüzyılda bizler bu sözleri ondan duymadık, O’nu görmedik de. Bu durumda bu sözler bizler için daha da gaybi oluyor. Günümüz Türkiye’sinde ya da başka coğrafyalarda din sorgulanan, şüphe duyulan bir öğe haline gelmiş durumda. Ülkemiz çoğunluk nüfusu ve hakim kültür de İslam olduğu için etrafımızda İslam dinine karşı büyük bir şüphe oluşturma hali mevcut. Bilhassa gençler arasında, inanç gittikçe zayıflamış durumda, pek çok kişi açıktan inkarcı olduğunu itiraf ediyor, pek çoğu da Müslümanım dese de kalplerinde büyük bir şüphe oluşuyor. Hatta artık bazı üniversite ortamlarında inançlı olmak, hatta bu inancın gerekliliklerini yerine getirmeye çalışmak gruptan dışlanma, veya küçük görülme, alay edilme gibi sonuçlara varabiliyor.
Buna fitne demek yanlış olmaz. Fitne ile ilgili pek çok ayet ve hadisi şerif bulunmaktadır. Bu fitne ortamında, yazının başındaki ayetin manası daha da derinleşmektedir. Bilhassa üniversite ortamında, kalbinde ve aklında İslam’ı tam oturtamamış, belki geleneksel olarak Müslüman doğup, araştırmadan, öğrenmeden ve sorgulamadan çevreden edindiği alışkanlıklarla (namaz, oruç veya tesettür) üniversite ortamına gelmiş bir kişi kendini dışlanmış hissedebilme durumları ortaya çıkabilmektedir. Maalesef işitiyoruz veya şahit oluyoruz ki bu durumda pek çok genç dinden yüz çeviriyor, kendisine gelebilecek eleştiri, alay etme, yani kınamalardan çekinerek dinden uzaklaşıyor ve sonunda hepten inkar konumuna geliyor.
Allah’ın vadi haktır. Yüce yaratıcı Maide/54’te vaadini ortaya koymuştur. Eğer bir toplum, dinden yüz çevirir, dine ve kendilerine yapılan alay, eleştiri, kınama vs. yüzünden Allah’ın emir ve yasaklarını terk edip batıla kayarsa, yüce yaratıcı da başka bir kavim, topluluk getirir ki bu topluluk dinin esaslarını tekrar yüceltir ve inşa eder, kimsenin kınamasından da korkmaz. Allah yolunda cihad etmekten (cehd=çalışmak, mücadele etmek) çekinmez ve Müslüman’ım demekten, Müslüman’ca görünmekten ve Müslüman’ca bilinmekten gurur duyar, asla çekinmez. İnkarcılara karşı sevimli görünmek yerine vakarlı ve gururlu olur, Mü’minlere karşı şefkatli olur, toplumumuzda bazı kesimlerce yapıldığı gibi dindarları küçük görmez, hakir görmez.
Evet, günümüz Türkiye’sinde, Müslüman gence düşen görev, inkarcılara karşı alay edilme, hakir görülme korkusuyla sevimli görünmeye çalışmak değil, İslam dinini temsilde gururlu, vakarlı ve sağlam duruşlu olmasıdır. İzzet (şeref) ancak Allah’ın dinindedir.
“Onlar, “Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır” diyorlardı. Halbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve mü’minlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler.” (Münafikun/8)